Dünya'nın bütün solakları!.....
Öyle ya da böyle, solaklar dünyanın en itilmiş insanlarıdır.
Azınlıklar için savaşımlar verilmiş, zenciler için, aborjinler için, kızılderililer için.... hak arayışları yapılmış tarih boyunca.
Ama dünya nüfusunun yüzde onunu oluşturan bu kesim, yani solaklar; ne yazık ki hep ikinci plana itilmiştir. En büyük ayrımcılık bu alanda ve hâlâ yapılmaktadır.
Solaklık, hep yetersizlik, yetkinsizlik ya da zavallılık olarak görülmüştür. Bütün araçlar, silahlar... hep sağ ele göre tasarlanmıştır. Ergonomi bilimi yalnızca sağ elini kullananlar için çalışmıştır, çalışmaya devam etmektedir..
Ne diyelim, iyi çalışmalar...
Gel gör ki, dünyanın en yetenekli sanatçıları, bilimadamları, politikacıları vs. genellikle bu azınlık grubundan çıkmaktadır.
Dünyayı solaklar değiştirecek.
Ya da değiştirmeli!
Ama önce kendilerini değiştirmeli, ufuklarını genişletmeli, üzerlerindeki baskıyı bertaraf etmek için çalışmalılar.
Bu nasıl olacak?
Bir solak olarak bunu ben de bilmiyorum. Ama düşünmeliyim.
Düşünmeliyiz.
Sağ elini kullanan birisi olarak, siz, hiç solak bir insanı çalışırken, üretirken izlediniz mi?
Genellikle bu durum, yani sağ elini kullanan bir izleyiciyi içten içe rahatsız eder. Örneğin bıçak kullanan bir solak, sanki elini kesecekmiş gibi hissettirir. Ya da sol eliyle resim yapan birisi, eğri büğrü çiziyormuş gibi görünür. Hatta, bir futbol maçında iseniz, size doğru topla gelen solak futbolcu karşısında şaşkınlığa bile düşersiniz. Ya da kılıç kullansaydınız, karşınızdaki solağın hamleleri size ölümcül duraksamalar yapacaktır.
Ama unutmayın, bunların hepsi, solaklar için de geçerlidir. Bu veya buna benzer gerekçeler, solaklar ile duygusal bağlantılarda da sorunlar yaratır.
Çok derin bir mevzudur bu...
Çalışan, üreten bir solağı izlemek, bilinçaltından hep huzursuzluk verir.
Bu yüzden belki de, solaklar işlerini hep hızlı hızlı yaparlar. Elle yazı yazarken hep hızlı yazmaya, resim yaparken hızlı hızlı çizmeye gayret ederler.
Eskiden solaklara askerlik yaptırmazlardı.
Hatta şimdi bile ciddi sorunlar yaşadıkları bir gerçektir.
G3 tüfeğini sol eliyle tutan bir solağı, bazen bir felaket bekler. Çünkü G3'ün kovan çıkışı, tüfeğin sağ tarafındadır. O tarafta ise solağın nişan almak için yüzü durmaktadır. Her an bir göz faciası olasıdır.
Ya o eski kurma kolu olan tüfekler?
Onlarda durum daha vahimdir. Çünkü solağın tüfeği kurmak için sağ eliyle cebelleşmesi gerekir. Tabii ki o arada düşman da sizi nallar!
Ya o makaslar?
Aman Allah'ım, bir kumaş kesen solak terzi, makası icat edenin yedi sülalesiyle bizzat hergün teşviki mesaisini sürdürmektedir!
Bunları o kadar çoğaltabiliriz ki, burada anlatmakla bitmez. Ama işin mizahını biryana bırakarak, gerçek yaşamda, örneğin kalem kullanarak yazı yazan solağın sorunlarını anlatmak istiyorum.
Yazının yönü...
Latin abecesi, soldan sağa doğrudur.
Harfleri tek tek yazarken, bir solak veya sağ elini kullanan için özgün bir sorun yoktur. Teorik olarak, her iki elle güzel ve düzgün yazı yazılabilir.
Fakat pratikte ise sol eli kullananı bir açmaz beklemektedir. Sağ el ile yazı yazarken, harfler ve satırlar gözönünde, açıkta durmaktadırlar. Çünkü Latin abecesiyle soldan sağa yazarken, eliniz yazı üzerinde durmaz.
Oysa sol elini kullanarak yazı yazarken, satır ilerlerken, maalesef eliniz yazıyı kapatmaktadır. Neredeyse sadece son yazdığınız harfi görmektesiniz.
Yazdığınız yazının doğru mu yanlış mı olduğunu anlamak için elinizi kaldırmak zorundasınız. Ya da, kolunuzu 180 derece çevirerek yazmanız gerekir. Televizyonda ABD Başkanı Obama'nın yazı yazarken veya imza atarken rastlarsanız, kolunun pozisyonuna dikkat edin, ne demek istediğimi anlayacaksınız...
Bu yüzden, solakların yazısı çok kötüdür.
İçlerinde hep sağdan sola yazma isteği vardır. Hatta bunda da başarılı bile olurlar. Ben bile sağdan sola yazıları ters olarak çok hızlı yazanlardanım.
Bunu arada şov olarak yapıp çevremi şaşırttığım bile olur.
L. Da Vinci'nin neden böyle yazma isteğini şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur. Yani sadece şifreleme değil, aynı zamanda huzur veren bir zorunluluk..
Ama bu ters yazıyı okumada o kadar da başarılı değiliz. Yani en az sağ elini kullananlar kadar.
Ayrıca buna göre Arapça'nın tam solaklara göre bir yazı dili olduğu söylenebilir. Hiç araştırmadım, ama solak hattatların tarihte sağ elini kullananlara göre daha başarılı olmuş olabilirler.
Tabii ki solakların Harf Devrimini reddetmeleri düşünülemez!
Ama en azından, bütün dünyada, Latin abecesini kullanmak zorunda bırakılan solakların sıkıntısı özümsenmelidir.
İmlecin yönü...
Farenin hükmettiği imleç, bir işaretleyici pozisyonunda durduğunda, okun yönü sağdan sola doğrudur.
Neden?
İmleç, sağ elimizde elimizde tuttuğumuz bir kalem veya bir araç gibidir. Sivri ucu ile nesneleri taşır, düğmelere tıklatırız. Çünkü fareyi sağ elimizde tuttuğumuzda, sanki bir kalem ya da tornavida... tutar gibiyizdir. Doğal olarak, ucu da sağdan sola doğru olacaktır.
Peki fareyi sol eliyle tutan biri için durum nedir?
Ben söyleyeyim: Kalemin veya tornavidanın ucu başka yöne, eliniz başka yöne doğru olacağı için aracınıza hükmetmeniz ya sınırlı, ya da sorunlu olacaktır...
Ya da yapacağınız iş beceriksizce... Bunun sonucu olarak da başarısız olacaktır.
Sadece umursamaz bir imleç tasarımı yüzünden bugüne kadar bütün solaklar ekran başında başlangıçta zorlanmışlardır. Hatta solaklar bile bunun farkında değillerdir. Çünkü sağ elini kullananların da aynı sorunu yaşadıklarını sanırlar..
Solakların kendileri bile solaklığa karşıdırlar çoğu kez.
Yeniden görüşmek üzere.
Hoşça kalın
Tuncer ÖZKAN
Tuncer Özkan
Habet homo rationem et manum. İnsanın aklı ve eli vardır / A. Thomas
27 Kasım 2015 Cuma
24 Ekim 2013 Perşembe
Güneş.. Güneş...
Çiçekçinin önünden geçerken aklından bütün çiçekleri satın almak ve ona götürmek geçti. Işıl ışıldı adamın gözleri. Tepesinde pırıl pırıl parlayan güneşten bile daha sivri okları vardı ışıltısında.
Daha fazla düşünmedi, neredeyse bütün gülleri demetleriyle kucakladı.
2 Nisan 2010 Cuma
Yaratıcılık ve tasarım...
Gözlemlediğim kadarıyla sık sık birbirine karıştırılan iki kavramdır bunlar. Bazen tasarımın yaratıcılık ile aynı olduğu, tasarımın bir yetenek olduğu veya yaratıcığın yetenek olduğundan söz edilir.
Hiç kuşkusuz, bu yazıda yaratıcılıktan bahsederken, bunun ilahi yaratıcılık ile karıştırılamıyacağını, burada "Creativite" den bahsedeceğimizi öncelikle söylemek istiyorum. Terimlerin doğru kullanılması için şimdiden basit tanımlar yapmakta fayda görüyorum.
Yaratıcılık, hemen bir tanım yapmak gerekirse, bu edimin sadece grafik konusunda olmayacağı, genel olarak bütün sanatsal üretim alanlarını kapsayacağını düşünerek kısaca, "çeşitleme (varyasyon) yapabilme yeteneği" olarak tanımlanabilir. Daha geniş tanımlar da yapılabilir, hatta beyindeki bazı merkezler ile de bağlantı kurulabilir. Tanımın bu kısmı beni aşıyor, ama, yaratıcılığın zeka ile bağlantılı olduğu söylenebilir. Çünkü genellikle, yaratıcı yeteneğe sahip olanların aynı zamanda zeki oldukları gözlemlenebilir.
Yaratıcılık neredeyse herkeste vardır! Fakat bu, miktar meselesidir. Herkeste aynı düzeyde olmaz. Mozart, küçüklüğünde, duyduğu her melodiyi hemen çeşitleme yöntemiyle kendine özgü tasarımlara çevirirdi. Yetişkinliğinde ise zaten üslubunu oluşturmuştu.
Yaratıcı insanlarda bitmez tükenmez bir çeşitleme yeteneği vardır. Her defasında yeniden üretebilir, üslup çerçevesinde bağımsız eserler ortaya çıkarabilir. Dikkatli bir izleyici, Nuri İyem'in tablolarında kendini tekrarlamadığını, her defasında farklı eserler ortaya koyduğunu görür. Aynı tespiti, örneğin Brahms'da da yapabilirsiniz. Dikkatli bir Brahms dinleyicisi, eserin anonsu yapılmasa bile eserin Brahms'a ait olduğunu tahmin edebilir.
Yaratıcılığın, bugün bir yetenek olduğu, doğuştan geldiği rahatlıkla söylenebilir. Fakat çoğu kimse, yeteneğinin ya farkında değildir, ya da yeteneğini ortaya çıkaracak ortamlarda değillerdir. Yeteneğini ortaya koyacak ortamlara ulaşamadan kaybolup giderler.. Yaratıcı eğitime önem verilen batılı eğitim sistemleri, bu yetenekleri bir ölçüde kazanmaktadır. Kendi adıma söyleyecek olursam, bütün öğrencilerimde bu yeteneğin herkeste yeterince olduğunu varsayarak öğretmeye gayret ederim. Konusu ne olursa olsun her eğitici, bu yaratıcı formasyonların ortaya çıkmasına katkıda bulunmalıdır. Bazen olağanüstü yetenekte gençlerle karşılaşmışımdır. Biraz tasarım bilgisiyle inanılmaz işler çıkardıklarına bizzat tanık olmuşumdur.
Yaratıcı yeteneklerin ortaya çıkarılmasında, çalışılan kurumun da ciddi etkileri vardır. Bazen, oldukça yetenekli bir grafikerin, iş akışı içinde bencil bir art Direktörün bu gelişime köstek olduğunu da görmüşümdür.
Konudan sapmadan, tasarımın tarifini yapacak olursak, tasarım; kısaca bilgidir. grafik konusu çerçevesinde düşünecek olursak, planlama, yerleştirme, ahenk oluşturma.. bilgileri gibi kavramlarla tanımlanabilir. grafiker, nasıl iş üreteceğini tasarım bilgisi ile yapar. Leke bilgisi, renk bilgisi, tipografi.... bilgileri grafik tasarımın unsurlarıdır. Ama tasarım genel bir kavramdır. Edebiyatçı da eserini tasarlayarak yapar, heykeltraş da, mimar da aynı süreci izler. Hatta müzisyen de tasarım yapar, eserini oluşturur.
Ama tasarım; yaratıcılık değildir.
tasarım öğrenilir. İster okulundan, ister ustasından, isterse kitabından... Her tasarım yapan, yaratıcı olamayabilir. Zaten, iyi birtasarımcıyı piyasada öne çıkaran, onun tasarım bilgisi yanında, yaratıcı bir dimağa da sahip olmasıdır. Ancak yaratıcı bir yeteneğe sahip olan bir grafiker, eğer güçlü bir tasarım bilgisine de sahip ise hızla yükselir. Tabii ki şans faktörünü de küçümsemiyorum.
Şu sözü aklımıza kazımalıyız:
Şans, hazırlıklı kafalara güler.
Piyasamızda, her grafikerin tasarım yaptığını söylüyoruz. Zaten grafiker, sadece tasarım yapar. İyi grafiker, tasarımbilgisini yaratıcı yeteneğiyle ortaya koyan grafikerdir. Bu iki özelliği yapısında bulunduran grafiker, hemen göze çarpar, hızla yükselir. Fakat grafiker aynı zamanda dizgi yapmaz, metin oluşturmaz, fotoğraf çekmez vs.. Ama ister ise, bu konularda yeteneği ve bilgisi de var ise yapabilir. Bu ayrı bir konu. Ama bir grafikere, şunun metnini de yaz, bir de slogan bul deniyorsa, ya da şu ürünlerin fotoğraflarını bir çekiver deniyorsa, ya da "kap şurdan iki çay, getiriver" deniyorsa bu yanlıştır. Bunlar, grafikerin işi değildir. Metni metin yazarı, fotoğrafı fotoğrafçı çeker. grafiker bunların tasarımına katkıda bulunur ama asıl işi grafik tasarımdır.
Sonuç olarak şunlar söylenebilir:
Tasarım bilgiye dayanır. Yetenek değildir.
Yaratıcılık yetenektir.
Yaratıcı olmadan da tasarım yapılır. Yaratıcı olmayan ya kendini tekrar eder, ya da başkalarını taklit eder.
Yaratıcı, eserini ortaya koymak için tasarım bilmek zorundadır.
tasarım eğitimle olur.
Yaratıcılık eğitimle olmaz, kişide yaratıcılık pırıltısı olmalı. Bu varsa vardır. Yoksa yoktur.
Yaratıcılık geliştirilebilir.Ama sadece varolan bir şey geliştirilebilir. Zaten yaratıcılığı geliştiren bilgiler, tasarımbilgileridir.
Güzel Sanatlar Fakültelerinde tasarım bilgileri, sanat tarihi, vs. bilgileri verilir. Yaratıcılık öğretilmez. Türkiye'de iki elin parmak sayısı kadar GSF vardır. Bunların hepsi, resim bilgisi, grafik bilgisi, fotoğraf bilgisi aktararak öğrencilerini mezun ederler. Ama her resim bölümü mezunu iyi bir ressam olacak diye bir şey yoktur. Aynı şey mimarlık, fotoğrafçılık, grafik... bölümleri için de söylenebilir. İyi bir ressam olabilmek için tasarım bilgisi yanında yaratıcılık da gereklidir. Bu yüzden, yüzlerce mezun çıkar, ama bazı yıllar ya bir iki, bazı yıllar hiç ressam çıkmaz!
Demek tasarım bilgisi yetmiyor. Biraz da peri tozu lazım.
Görüşmek üzere.
Tuncer ÖZKAN
1 Nisan 2010 Perşembe
reklam yazarları sanatçı mıdırlar?
İster ulusal kampanyalar, ister bu kampanyayı içeren mecralar, billboardlar, tv reklamları, radyo spotları, gazete-dergi ilanları.. ister prestij ürünleri, kataloglar... yoğun olarak metinler içerirler. Metinleri de grafikerler yazmaz. grafiker, görsel tasarımı oluşturur, metine vücut oluşturur.
Metin ise işin ruhudur.
Kaynak: Emre Becer, İletişim ve grafik tasarım, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara
Metin ise işin ruhudur.
Metin yazarları, reklam ajansı içinde önemli bir yere sahiptirler. İş akışı içinde, sloganların, metinlerin hatta müşterinin pazarlama departmanı ile birlikte konsepti de oluştururlar.
Peki bu metin yazarları kimdir ki, bu kadar etkin bir görev üstleniyorlar?
Bunlar nerede yetişirler?
Metin yazarlarına sanatçı denilebilir mi?
Bir metin oluştururken nelere dikkat etmeli?
Grafikerin metin yazarı ile ilgisi nedir, nasıl olmalıdır?
Herzaman olmasa bile, yaratıcı yönetmen neden genellikle metin yazarlarından seçilirler?
Gibi sorulara yanıtlar vermeye çalışacağım.
reklam metni yazanların, yetiştiği belli bir okul yoktur. Son yıllarda bazı iletişim fakültelerinde ilgili dersler konsa da, bazı kurumların oldukça yararlı seminerleri olsa da, tam anlamıyla eğitiminin alındığı bir kurumm yoktur. Şunu unutmamak gerekir ki, metin yazarlığı da tıpkı grafikerlik gibi yaratıcı bir formasyon gerektirir. Ne kadar kültürlü olursa olsun, ne kadar çok kitap okursa okusun, iş eninde sonunda yaratıcılığa gelir dayanır.
Yani peri tozuna.
Hiç kuşkusuz, bir metin yazarı, son derece kültürlü olmalı, yeterince kitap okumuş olmalı, biraz sosyoloji, biraz psikoloji, pazarlama, edebiyat vs. bilmelidir. Bu bilgi, onun metin tasarımı yaparken yeterince donanımlı olması için şarttır. Ama tek başına bilgi birşey ifade etmez.
En önemlisi yaratıcı olması gerekir. Bu da, bir metin yazarını salt Edebiyat fakültesi mezunu olmaktan ayırd eder.
Demek ki herkesten metin yazarı olmaz.
Tıpkı her grafikerin yaratıcı olamayacağı gibi. Grafikerin tasarımcılığı gibi, bir metnin de söz dizimi tasarımı vardır.
Yaratıcı bir formasyonu olan metin yazarları bir kampanyanın ruhunu oluştururlar.
Bu yazıyı, bir grafiker forumunda yazdığımıza göre, (Grafikerler.org) okuyucularımızın da grafiker olduğunu bildiğimize göre hemen akla doğal olarak şu gelir:
Bir kampanyanın ruhunu yalnızca metin yazarları mı oluştururlar? Grafikerler de bu ruhu oluşturamazlar mı?
İşin bu kısmı için, biraz iletişim konusuna girmek gerekir.
Borges diyor ki, şekil, sözden önce gelir.
Eğer, insanın gelişim süreci ele alınırsa, kesinlikle durum böyledir. Yeni doğan bir insan yavrusunun, tamamen imgelere tepki vermesi, düşüncel sürecin imgelerle olduğu aşikardır. Zaman içinde konuşmayı, sözcükleri öğrenir, düşünme süreci sözcüklerden oluşmaya başlar.
Şimdi bir an düşünün.
Farkındaysanız, düşünceleriniz sözcüklerden oluşmakta. Zihninizdeki düşünceler, hatta duygular, üzüntüler, yanılsamalar....Sözcüklerle karşılık bulmaktalar. İçinizdeki tartışmalar hep sözcüklerle..
Ama yalnızca sözcüklerden değil, müzikten, resimden... de etkilenirsiniz. Ama en çok sözcüklerden etkilenirsiniz. Bir ileti (mesaj), sözcüklerin liderliğinde vurucu güce, etkileyici güce ulaşır. Bu yüzdendir ki her kampanyanın, her reklammesajının daima bir slogana ihtiyacı vardır.
Its a Sony.
Just do it.
Today, tomorrow, Toyota.
You can Canon.
Pamukbank iyi bankadır.
Anı yaşa.
Turkcell'in çekim gücü.
Yes, we can. (Obama'nın kampanya sloganı)
yes, You can. (Avon)
....
Her kampanyanın slogana ihtiyacı var ise, bunu yapan da Metin yazarlarıdır.
Ne dersiniz? Yeterince önemli değil mi?
Bir markanın ruhunu, onun sloganı tercüme eder bize. Aklımızda hep o slogan yankılanır.
Tamek'se koy sepete!
Demek ki, sözcükler, zihnimizde oldukça yer kaplarlar. Bir fikrin anlatımı şekillerle, resimle, grafikle olabilir. Hatta bunların oldukça etkili örnekleri de vardır. Fakat, bir mesajın en kısa, en etkili unsurları sözlerdir. Çünkü sözlerle düşünürüz, planlarız, hareket ederiz, eğitiliriz, kandırılırız, yola getiriliriz, yoldan çıkarılırız...
Tam da burada doğruluk iyilik kavramlarını da es geçmemeliyiz.
Yine de Borges'e katılıyo
rum. Fakat, uygarlık tarihinde insanın en önemli zihinsel gelişim sürecinde sözcükler, yani dil öne çıkar. Hatta insanlığın tarih boyunca gelişen sürecinde de bu yerine alır:
Bir reklam sloganı etkili ise, görselliği çok kötü olsa bile hatırlarız. Oysa kötü bir sloganı, mükemmel bir grafik tasarımla sunsak bile o mesaj hatırlanmaz. Demek ki, bir hiyerarşiye vuracak olursak, sözler şekillerden önce gelir.
"Alet, dil, barınak.." Uygarlık tarihinin özeti budur.
Sözcükleri anlamaya başlayan insan için artık en etkili iletişim dil, yani sözcüklerledir.
Peki müzik, şekiller, resimler...vs diğer unsurlar etkili değil midir?
Tabii ki etkilidir. Bazen Brahms'ı dinlerken başka bir dünyaya geçerim. Bir resime bakarak derinlere dalarım. Hatta Akiro Krusawa; yönettiği "Düşler" isimli filmin bir bölümünde seyirciyi doğrudan Van Gough'un tablolarının içinde gezdiriyordu.. Oldukça da etkileyiciydi. Fakat bunu seyrederken de, beğenilerimin karşığılı sözcükler zihnimde uçuşuyordu. Görselliği kim küçümseyebilir ki?
Ama iş, bir mesajın;
*En kısa yoldan,
*En çarpıcı bir şekilde,
*En akılda kalıcı
unsurları içermesini istiyorsanız, o mesajda ciddi şekilde sözcüklere yer vermelisiniz. Hatta sözcükler o mesajın ana fikrini oluşturmalı, dahası, haykırmalı..
Bir reklam mesajı, görsel olarak estetik düşüncesi, güzellik duygusu içerir. Bir hoşluğu, görsel olarak yansıtabilirsiniz. Ama yine mesajda doğruluk, iyilik düşüncesini en güçlü olarak metinle anlatırsınız.
Its a Sony.
Pamukbank iyi bankadır.
Bu yüzdendir ki, reklamcılığın vatanı olan ülkelerde (artık heryer vatanı ya, neyse) mesajlar, öncelikle sözcükler üzerine kuruludur.
Bir slogan, bir metin mesajı alır götürür, zihinlere o mesajı kazır. Size doğruyu metin söyler, güzeli ise grafiktasarım.
Peki bazen çok sıradışı mesajlar da vardır. Bunlarda sözcük de yoktur.
Doğru, fakat bunlar çok nadirdir. Ayrıca bu mesajlarda da sözcük olmadığı halde, sözcüklerle düşündürürler.
Kısacası düşünme süreci dil ile olur. Düşünce sürecinde bir fikri onaylayacak olan dildir, sözcüklerdir.
Bir mesajı düşündürtecekseniz, o mesajda dili, sözcükleri kullanacaksınız demektir. Biz grafikerler, bu mesaj metnini, tipografiyle, fotoğrafla, illustrasyonla... yani grafik tasarım ile görselleştiririz. Metnin algılanmasını kolaylaştırırız. Yutulabilir lokmalar haline getiririz. Ama metin kötü ise siz istediğiniz kadar işinizde iyi olun, mesaj havaya karışacaktır.
O halde, bir mesajın ana unsuru sözcükler ise, bir mesajı oluşturmak için metin yazarına ihtiyacınız vardır. Üstelik yaratıcı olmak koşuluyla.. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru kitleye.. uygun ve etkileyici mesaj.
Hayır değildir. reklam sloganı da zaten sanat değildir. Fakat bazen öyle etkileyici sözcükler bulunur ki, bu, sanatmış gibi durur.. Metin yazarının sanatçı yönü vardır fakat yapılan iş sanat değildir. Her yaratıcı dimağa sahip olanın yaptıkları sanat olamaz ki. sanat bambaşka bir şeydir. Aradaki nüansı iyi yakalamak gerekir. Metin yazarı yaratıcı olabilir. Mükemmel işler çıkarabilir. Fakat bu sanat değildir. Çünkü sanatın tarifinde özgürlük vardır, sanatçının bağımsızlığı vardır. Öte yandan sanatçının imzası vardır. Bir roman yazarsınız, ya da hikaye... ne ise. Altına imzanızı, adınızı koyarsınız. sanat eseri, sanatçısı ile anılır. Metin yazarı, kendisini bir ürünü, bir hizmeti en iyi, en kısa yoldan nasıl akılda tutturacağını, nasıl doğrulatacağını düşünür. Bir satış veya tutundurma işlevinin bir parçası olarak. Peki bunun sanatla ne ilgisi var?
Sanatkârca bir yoğunlaşma ama sonuçları itibarıyla sanat değil.
"Anı yaşa" (Vodafone) sloganını yazanı biliyor musunuz? Bilmeli misiniz?
Etkili bir slogan ama bu sanat değil ki. Oysa bunu yazan yazar, gerçekten de sanatçı olabilir, öyküler, romanlar, şiirler... yazabilir. O zaman onlar sanattır. Ama reklam spotunu sanat yerine koyamazsınız.
Bu da bir tasarımdır. Küçümsemiyorum, çünkü bu da yaratıcı bir dimağın ürettiği tasarımdır. Kavaklıdere Şaraplarının meşhur sloganını hatırlıyor musunuz? Bazen bazı yerlerde hâlâ kullandıklarını duyuyorum:
Biz veda etmek üzereyiz kedere,
Getir ahbaba bir Kavaklıdere..
Etkileyici. Ama bunu bir şiir olarak duyumsayabilir misiniz?
Ben duyumsayamıyorum. Ama bir reklam spotu olarak çok güzel.
Bu şiir değildir.
Ama yazanı şairdir. Hem de önemli bir şair.
Yahya Kemal.
Bizzat şairin kendisi de bunu şiir olarak kabul etmez. Hiçbir şiir kitabına da almaz. Fakat bazı firmalar, sanatçılara işler yaptırabilirler. Bazı ürünler vardır ki, eserde marka, sanatçının bir garnitürü gibidir. sanatçı orada markayı araç olarak kullanmıştır. Latrec'in Kırmızı Değirmen'i gibi. Zaman zaman günümüzde bile bazı firmalar, markaları için sanatçıları isimleri ile kullanmaya çalışırlar. Örneğin Citroen modelleri arasında "Picasso" adlı modeli vardır. Citroen neden ressamın adını modele koymak ister? Çünkü Citroen yetkilileri biliyorlar ki, Picasso model arabaya bakanlar, orada sanatsal bir ürün beklerler. Tabii ki bu tuzaktır düpedüz. Bir dönem otomobil tasarımları arasında moda olan prizmatik yapıya, (Ford Focus gibi) kübist göndermeler yapmakta,sanatçının adını reklam unsuru olarak kullanmak amaçlanmaktadır.
Bir zamanlar, Nikon firması da ünlü fotoğrafçı William Eugene Smith'i dolaylı olarak kullanmak ister. Fakat W. E. Smith, katıksız bir Leica kullanıcısıdır. Kendisi çok ünlü olan "Dehlizden Çıkan Çocuklar" "Ölü evinde yas" adlı fotoğrafları çekendir.
Nikon; üstadı Japonya'ya davet eder, günün parasıyla okkalı bir miktarı da cebine koyar, tam takım bir Nikon serisini eline tutuşturur.
Uzatmayalım, üstad, günlerce Nikon ile çekimler yapar, yer, içer gezer. Geride yüklü bir fatura bırakır. Fakat giderken söylediği söz:
"Nikon belki de iyi bir makine, ama ben Leica'dan şaşmam!"
Nikon; üstadı reklam unsuru olarak kullanacakken, baltayı taşa vurur.
Demek ki her zaman bu proje tutmayabilir.
Konudan kopmadan, metin yazarlarına gelecek olursak, reklam fikrini bulan metin yazarları veya yine (genellikle) metin yazarlarından seçilen Yaratıcı Yönetmen (Creative Director) ya da ikisinin birden ortak çalışmayla oluşturdukları sloganlar, metinler, markaya ruh verir. Genel olarak görsel yönetmen olarak da tanımlanan sanat yönetmeni (art Director) ise hem görsel yetkinlik, hem de grafik atölyesinin başı olarak bu fikri görselleştirir. Yaratıcılığını konuşturur. Sloganı en uygun şekilde biçimlendirir.
Demek ki, önce söz ile, kafalara çakılacak metinler bulunur, sonra bu metinler mecralara en uygun şekilde görselleştirilir.
Peki her slogan, her metin görselleştirilebilir mi?
Bu, artık sanat yönetmenin yaratıcılığına kalmış birşey. Nadir olarak, iş akışında geriye dönüşler yapılabilir. sanat yönetmeninin fikri de sloganlara yansıyabilir. Ama yetenekli sanat yönetmeninin, görselleştiremeyeceği bir metin yoktur. Sıradan bir metni bile alır, uçurur, ona güzellik katar.
Ama unutmayalım, başarılı bir reklamın fikri metinde gizlidir. Metnin, sloganın bizzat kendisi, kampanyanın ruhudur çünkü. Doğruya, iyiye metin işaret eder. Doğruyu tanımlar."Doğru"dan markaya ulaşır.
Yes, we can.
Yıllardır, Nike'ın sloganı, değişik ajanslarda, değişik grafik tasarımlarla görselleştirilmiştir. Ama slogan aynı:
Just do it!
Nike'ı hatırlarken ilk aklımıza gelen bu.
Özellikle yabancı ortaklı ajanslar ülkemize gelmeye başlayınca, grafik kökenli ajans patronları önce adapte olmakta zorlandılar. Ogilvy 'nin kitapları Türkçeye çevrilmeye başlanınca eğilimler değişmeye başladı. Metnin önemi kavrandı. Ama görüyoruz ki artık, reklamcılık bir ekip işi. Üstelik ajans içinde belli bir iş akışına dayalı bir ekip.
Güzel Sanatlar Fakültesi'nin saygıdeğer Profesörlerinden Emre Becer'in yıllardır ders kitabı olarak okutulan eserinde de iş akışı, şema olarak aşağıda yer alıyor. Yazarımızın kitabındaki kaynakçanın neredeyse tamamı, Amerikan kökenli. Ne demek istediğimi anladınız sanıyorum.
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 1024x981. |
Kaynak: Emre Becer, İletişim ve grafik tasarım, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)